GİRİŞ:
Ülkemiz jeolojik yapısı ve iklim özellikleri itibariyle büyük can ve mal kayıplarına yol açan doğal afetlerin sıkça meydana geldiği bir coğrafyadır. Son altmış yıl içerisinde doğal afetlerin yol açtığı yapısal hasar istatistikleri dikkate alındığında, bu tür hasarların 2/3’ünün deprem nedeniyle meydana geldiği görülmektedir. Deprem risk haritası esas alındığında ülkemiz topraklarının % 96’sının farklı risk grubunki deprem bölgeleri içerisinde olduğu ve nüfusumuzun % 98’inin bu bölgelerde yaşadığı görülmektedir. Bu oranlar, ülkemizin bir deprem ülkesi olduğu gerçeğini çarpıcı bir şekilde ortaya koymaktadır.
Depremler, başta afetin meydana geldiği bölgeler olmak üzere tüm ülke ekonomisini etkilemektedir. Ortaya çıkan maddi zararların telafi edilmesi, deprem bölgesinde normal
hayata dönülebilmesi, acil yardıma ihtiyaç duyan kimselerin bu ihtiyaçlarının giderilmesi ve benzeri amaçlar için yapılan harcamalar ülke ekonomisine ve devlete büyük bir mali yük getirmektedir. Bunun en çarpıcı örneklerinden olan 17 Ağustos ve 12 Kasım 1999 depremleri, ekonomik ve sosyal boyutları ile ülkemiz için büyük bir yıkım olmuştur.
Ülkemizde öteden beri ihtiyari deprem sigortası var olmasına karşın, 1999 yılında ve öncesinde toplam konut mevcudunun ancak % 5’i için sigorta yaptırılmıştır. Yeterli ve yaygın sigorta güvencesinin bulunmayışı nedeniyle, her deprem sonrasında oluşan maddi kayıpların telafisi, 15/5/1959 tarihli ve 7269 sayılı Umumi Hayata Müessir Afetler Dolayısıyla Alınacak Tedbirlerle Yapılacak Yardımlara Dair Kanun çerçevesinde Devlet tarafından üstlenilmiştir. Ancak söz konusu depremlerden sonra, bu durumun bütçe üzerinde oluşturduğu mali yükün boyutları taşınamaz boyutlara ulaşmıştır.
17 Ağustos 1999 tarihinde meydana gelen ve çok büyük mal ve can kaybına neden olan Marmara depreminden sonra kamu otoritesince deprem zararlarının en aza indirilmesi amacıyla birçok tedbir alınmıştır. Bu tedbirlerin en önemlilerinden birisi, meskenlerde depremin neden olacağı maddi zararların tazmin edilmesini sağlamaya yönelik olarak uygulamaya giren zorunlu deprem sigortasına ilişkin düzenlemedir.
Zorunlu sigorta kavramının temel unsuru, sigorta ettirenin belirli bir sigorta dalında, kanun hükmü gereği sigorta sözleşmesi yapma mecburiyetine tabi tutulmasıdır. Kanunkoyucu kimi zaman sözleşme özgürlüğüne müdahale ederek, belirli bazı rizikolara kalan kişilerin ve milli servetin korunması, sosyal yarar ve güvencenin sağlanması düşüncelerinden hareketle, sigorta sözleşmesi akdetme zorunlulukları getirmektedir. İşte bu gerçeklerle 17 Ağustos 1999 Marmara ve 12 Kasım 1999 Bolu – Düzce depremlerini takiben hükümet, bundan sonraki depremlerde oluşabilecek muhtemel maddi hasarları karşılamak amacıyla önemli yasal düzenlemeler öngörmüş ve 27/08/1999 tarih ve 4452 sayılı Doğal Afetlere Karşı Alınacak Önlemler ve Doğal Afetler Nedeniyle Doğan Zararların Giderilmesi İçin Yapılacak Düzenlemeler Hakkında Yetki Kanununa İstinaden Hazine Müsteşarlığı tarafından yapılan çalışmalar sonucu yapı ruhsatlı tüm konutların zorunlu sigorta kapsamına alınmasını mecburi kılan, Zorunlu Deprem Sigortasına Dair 587 sayılı KHK.’yi kabul etmiş ve bu KHK.’yi 27/12/1999 tarihinde yürürlüğe sokmuştur.
27/8/1999 tarihli ve 4452 sayılı Doğal Afetlere Karşı Alınacak Önlemler ve Doğal Afetler Nedeniyle Doğan Zararların Giderilmesi İçin Yapılacak Düzenlemeler Hakkında Yetki Kanunu’na dayanılarak hazırlanan 587 sayılı Zorunlu Deprem Sigortasına Dair Kanun Hükmünde Kararname (KHK) 27/12/1999 tarihli ve 23919 (mükerrer) sayılı Resmi Gazete’de yayımlanarak yürürlüğe girmiştir.
Söz konusu Kanun Hükmünde Kararname ile, 27 Eylül 2000 tarihinden itibaren kapsamdaki binalar için deprem sigortası yaptırılması zorunlu hale getirilmiş olup, bu sigortayı sunmak üzere kamu tüzel kişiliğini haiz Doğal Afet Sigortaları Kurumu (DASK) kurulmuştur. Dokuz aylık bir kuruluş sürecinin ardından DASK, öngörüldüğü şekilde 27 Eylül 2000 tarihinden itibaren teminat sunmaya başlamıştır. Yetkili sigorta şirketleri ve bu şirketlerin acenteleri, DASK nam ve hesabına zorunlu deprem sigortası yapmaktadır.
Deprem gibi katastrofık riskler, çok büyük boyutlarda teminat sunumunu ve bunu karşılamak üzere büyük kaynak birikimini gerektirdiği için, bu tür risklere karşı sigortacılık terminolojisinde “sigorta havuzu” adı verilen teşkilatlanmalara gidilmektedir. DASK, sigortacılıktaki bu anlayış esas alınarak kurulmuş bir kurumdur. DASK‘ın kendine özgü organizasyon yapısı, ülkemizde sık rastlanmayan kamu ve özel sektör işbirliğinin de en somut örneklerinden birini oluşturmaktadır.
İLGİLİ MEVZUAT:
6102 sayılı Türk Ticaret Kanunu 1421 ve devamı maddeleri
Sigortacılık Kanunu,
587 Sayılı KHK,
6305 sayılı Afet Sigortaları Kanunu,
Doğal Afet Sigortaları Kurumu Çalışma Esasları Yönetmeliği
Zorunlu Deprem Sigorta Poliçesi Genel Şartları,
Zorunlu Deprem Sigortası Tarife ve Talimatı
ZDS KAPSAMI:
Sigortanın Kapsamı
6305 sayılı Afet Sigortaları Kanunu gereğince, 634 sayılı Kat Mülkiyeti Kanunu kapsamındaki bağımsız bölümler, tapuya kayıtlı ve özel mülkiyete tabi taşınmazlar üzerinde mesken olarak inşa edilmiş binalar, bu binalar içinde yer alan ve ticarethane, büro ve benzeri amaçlarla kullanılan bağımsız bölümler ile doğal afetler nedeniyle devlet tarafından yaptırılan veya verilen kredi ile yapılan meskenler Zorunlu Deprem Sigortasına tabidir.
Bu sigorta ile, depremin doğrudan neden olduğu maddi zararlar ile deprem sonucu meydana gelen yangın, infilak, dev dalga (tsunami) veya yer kaymasının sigortalı binalarda neden olacağı hasarlar (temeller, ana duvarlar, bağımsız bölümleri ayıran ortak duvarlar, bahçe duvarları, istinat duvarları, tavan ve tabanlar, merdivenler, asansörler, sahanlıklar, koridorlar, çatılar, bacalar ve yapının benzer nitelikteki tamamlayıcı kısımlarında meydana gelenler de dahil olmak üzere), sigorta bedeline kadar Doğal Afet Sigortaları Kurumu (DASK) tarafından teminat altına alınmıştır.
Sigorta Kapsamı Dışında Kalan Binalar
Aşağıdaki sayılan binalar bu sigortanın kapsamı dışındadır.
2.1- 9/11/1983 tarihli ve 2946 sayılı Kamu Konutları Kanununa tâbi olan veya kamu hizmet binası olarak kullanılan binalar ve bağımsız bölümler,
2.2- Köy nüfusuna kayıtlı ve köyde sürekli oturanlarca köy yerleşik alanları ve civarında ve mezralarda yapılan binalar,
2.3- Tamamı ticari veya sınai amaçla kullanılan binalar,
2.4- Projesi bulunmayan ve mühendislik hizmeti görmemiş binalar,
2.5- Taşıyıcı sistemi olumsuz yönde etkileyecek şekilde tadil edildiği veya zayıflatıldığı tespit edilen binalar,
2.6- Taşıyıcı sistemi olumsuz yönde etkileyecek şekilde ilgili mevzuata ve projeye aykırı olarak inşa edilen binalar,
2.7- Yetkili kamu kurumları tarafından yıkılmasına karar verilen binalar ile mesken olarak kullanıma uygun olmayan, bakımsız, harap veya metruk binalar.”
Teminat Dışında Kalan Haller
Aşağıdaki haller sigorta teminatının dışındadır.
3.1- Enkaz kaldırma masrafları, kar kaybı, iş durması, kira mahrumiyeti, alternatif ikametgah ve işyeri masrafları, mali sorumluluklar ve benzeri dolaylı zararlar,
3.2- Her türlü taşınır mal, eşya ve benzerleri,
3.3- Ölüm dahil olmak üzere tüm bedeni zararlar,
3.4- Manevi tazminat talepleri,
3.5- Deprem ve deprem sonucu oluşan yangın, infilak, dev dalga (tsunami) veya yer kaymasının dışında kalan hasarlar,
3.6- Belirli bir deprem hadisesine bağlı olmaksızın binanın kendi kusur ve özellikleri nedeniyle zamanla oluşan zararlar.
GÖREVLİ MAHKEME:
28.05.2014 tarihi itibariyle yürürlüğe giren 6502 sayılı Yasa’nın 3/1-k bendinde “Ticari veya mesleki olmayan amaçlarla hareket eden gerçek veya tüzel kişi” tüketici, 3/1-l bendinde ise “Mal veya hizmet piyasalarında kamu tüzel kişileri de dâhil olmak üzere ticari veya mesleki amaçlarla hareket eden veya onun adına ya da hesabına hareket eden gerçek veya tüzel kişiler ile tüketiciler arasında kurulan, eser, taşıma, simsarlık, sigorta, vekâlet, bankacılık ve benzeri sözleşmeler de dâhil olmak üzere her türlü sözleşme ve hukuki işlem” tüketici işlemi olarak tanımlanmıştır. Aynı Yasa’nın 73/1. maddesinde tüketici işlemleri ile tüketiciye yönelik uygulamalardan doğabilecek uyuşmazlıklara ilişkin davalarda tüketici mahkemelerinin görevli olduğu belirtilmiş, 83/2. maddesinde ise, taraflardan birini tüketicinin oluşturduğu işlemlerle ilgili diğer kanunlarda hüküm olması halinde dahi, 6502 sayılı Yasa’nın görev ve yetkiye ilişkin hükümlerinin uygulanacağı belirtilerek, maddenin özel hüküm niteliğinde olduğu vurgulanmıştır. 6502 sayılı Yasa’nın geçici 1. maddesinde yasanın yürürlüğü sonrası açılacak davalarda usul kurallarının derhal uygulanması gerektiği hüküm altına alınmıştır.
Sözkonusu yasal düzenleme dikkate alındığında sigortalı taşınmazın mesken olması ve mesken olarak kullanılması halinde Tüketici Mahkemeleri , işyeri vasıflı olduğu ve fiilen işyeri olarak kullanılması halinde Ticaret Mahkemeleri görevli olacaktır.
Yargıtay Hukuk Genel Kurulu’nun 2017/13-551 E. 2020/239 K. sayılı ilamında ifade edildiği gibi Tüketici gerek dava açarken (HMK m.119/1-d) gerekse tüketici hakem heyetlerine başvururken (Yön. m.22) talep sonucunun değerini göstermek zorundadır. Ancak iddia konusu alacak değerinin dava veya başvuru sırasında belirlenmesi mümkün değilse yahut alacaklıdan bunu belirlemesinin beklenemeyeceği bir hal söz konusu ise dava/başvuru belirlenebilen asgari bir miktar üzerinden yapılacaktır. Tüketicinin belirleyebildiği ve bu suretle dilekçesinde gösterdiği asgari miktar TKHK’nın 68., ilgili Yönetmelik’in 6. maddesinde düzenlenen parasal sınır dahilindeyse başvurunun kanunun amacına uygun şekilde öncelikle tüketici hakem heyetleri nezdinde yapılması gerekir. Aksi yönde bir kabul, kanun koyucunun belli parasal sınırlar için zorunlu çözüm yeri olarak öngördüğü tüketici hakem heyetlerini işlevsiz hale getirerek, belirsiz alacak davası olarak açıldığı belirtilen her ihtilafın mahkemeler önüne getirilmesine ve bu suretle kanun koyucunun amacına aykırı şekilde mahkemelerin iş yükünün artmasına, uyuşmazlıkların daha geç çözümlenmesine yol açacaktır. Nitekim bu husus Kanun’un 72. ve 84. maddelerine dayanılarak tüketici hakem heyetlerinin usul ve esaslarına ilişkin yönetmeliğin hazırlanması sırasında da dikkate alınmış ve 22. maddede açıkça düzenlenmiştir.
Belirtilen yasal düzenlemeler değerlendirildiğinde; alacak isteminde, talep tarihi itibariyle tüketici hakem heyetlerinin zorunlu görev sınırı dahilinde bir değeri gösterilmiş ise bu halde öncelikle tüketici hakem heyetine başvuruda bulunulması gerektiğinden, bu aşama tamamlanmaksızın dava açılması nedeniyle tüketici mahkemesince dava şartı noksanlığından davanın reddine karar verilmesi gerekecektir.
YARGILAMA USULÜ:
Özellikle 2011 yılında gerçekleşen Van/Erciş depremlerinden sonra yoğunlaşan davalarla birlikte bu konuda gerek Yargıtayın (Kapatılan 17. Hukuk Dairesi ile halen 4. Hukuk Dairesi) gerekse Bölge Adliye Mahkemelerinin ( Gaziantep ,Diyarbakır,İzmir,İstanbul BAM) istikrar kazanmış kararlarıyla Yerel Mahkemelerce bu konudaki yargılamaların nasıl yürütülmesi gerektiğine ışık tutmuşlardır.
Aşağıdaki hususlar Yüksek Yargının bu konudaki kararlarının bir tür derlemesi niteliğindedir;
Rizikonun yapının eksikliğinden mi,yoksa depremden mi meydana geldiği,zararın zorunlu deprem sigortası kapsamında kalıp kalmadığı hususu;
sigortalı konutun bulunduğu binanın yapımının gerçekleştirildiği yıllar sonrasındaki dönemden bu yana zaman içinde binada oluşan yapısal bozulma ve yapım eksiğinin mi yoksa depremin doğrudan etkisinin mi zarara neden olduğu, taraflar arasındaki temel uyuşmazlık noktasıdır. Açıklanan bu uyuşmazlığın çözümünün, özel ve teknik bilgiyi gerektirdiği her tür izahtan uzaktır. Teknik değerlendirme yapılırken de, depremin meydana geldiği yer (merkez üssü), depremin şiddeti, sigortalı konutun bulunduğu yer ile depremin merkez üssü arasındaki mesafe vs. gibi birçok verinin detaylı irdelenmesiyle sonuca ulaşılması gerekli olup, anılan bu değerlendirmeler konusunda uzmanlığı bulunan jeoloji mühendisi bilirkişi tarafından yapılmalıdır.
Yukarıda açıklanan nedenlerle; dava konusu sigortalı konutun bulunduğu binaya ait yapı ruhsatı- proje, binanın yıkılmasına ilişkin belgelerin ilgili yerlerden temin edilmesinden sonra; konusunda uzman 1 jeoloji mühendisi, 1 inşaat mühendisi ve 1 sigorta hukukçusundan oluşan bilirkişi heyetinden, sigortalı konutun riskli ve orta hasarlı olarak tespitine neden olan hasarlarının, davaya konu deprem olayının doğrudan etkisiyle mi yoksa binanın yapısal özellikleri (yapım eksiği) ile zaman içinde ortaya çıkan yapısal bozulmaları nedeniyle mi meydana geldiğinin tespiti, depremin doğrudan etkisiyle hasarın oluştuğunun (zararın ZDS teminatında olduğunun) saptanması halinde ise, ZDS Genel Şartları ve ZDS poliçesi gereği davacının talep edebileceği tazminat miktarının ne olduğu hususlarında ayrıntılı, gerekçeli ve denetime açık rapor alınıp, sonucuna göre karar verilmesi gerekmektedir (Yargıtay 4. HD’nin 08/11/2021 tarihli, 2021/14106 E., 2021/8334 K. sayılı ilamı aynı yöndedir).
Oluşan zararın miktarı,zararın meydana geldiği tarihteki serbest piyasa rayiç birim fiyatlarına göre,davacıya ait konutun yeniden yapım maliyeti hususu;
Kanunun emrettiği şekilde öncelikle 6102 sayılı TTK’nın 1460. maddesi gereğince rizikonun gerçekleştiği andaki gerçek sigorta değeri olan sigortalanan menfaatin tam değerinin hesaplanması gerekmektedir. Bu hesaplamanın yapılması ile birlikte sigorta değerinin sigorta bedelinden yüksek çıkması durumunda eksik sigorta hesabının yapılarak tazminat bedelinin belirlenmesi, sigorta değerinin sigorta bedelinden yüksek çıkması durumunda ise aşkın sigorta hükümlerinin uygulanması gerekmektedir. Bu hususta herhangi bir araştırma yapılmadan yalnızca brüt metrekare bedelleri üzerinden hesaplama yapması yerinde olmamıştır. O halde, öncelikle mahkemece dava konusu sigortalanan menfaatin riziko anındaki tam değerinin bilirkişi marifetiyle belirlenmesi, akabinde sigorta bedelinin sigorta değerinden düşük olması durumunda eksik sigorta oranlamasının yapılması, sigorta bedelinin sigorta değerinden yüksek çıkması durumunda aşkın sigorta hükümlerinin uygulanması ve hasıl olacak sonuca göre bir karar verilmesi gerekmektedir.
Zorunlu deprem sigortası poliçeleri sigortalıların beyanlarına göre oluşturulmakta, poliçedeki teminat miktarı DASK‘ın sorumluluğunun üst sınırını teşkil etmekte ve zararın meydana geldiği tarihteki serbest piyasa rayiç birim fiyatlarına göre hasar bedelinin (davacıya ait konutun yeniden yapım maliyetinin) belirlenmesi gerekmektedir.
Zorunlu Deprem Sigortası Genel Şartlarının C.2- Sigorta Ettirenin Beyan Yükümlülüğü ve İptaller başlıklı maddesinde bu husus, (DASK bu sigorta sözleşmesini, sigorta ettirenin, rizikonun gerçek durumunu bildiren beyanına dayanarak yapmıştır. Sözleşmenin düzenlenmesi aşamasında, sigortalının veya sigorta ettirenin, meskenin brüt yüzölçümü, yapı tarzı, adresi, geçmiş depremlerde hasar durumu gibi bilgilerde gerçeğe uygun olmayan beyanı halinde şu hüküm uygulanır. Gerçeğe aykırı beyan hali, depremden sonra öğrenilmişse, tazminat, alınan prim ile alınması gereken prim arasındaki orana göre ödenir.) şeklinde düzenlenmiştir.
Yine Zorunlu Deprem Sigortası Genel Şartlarının B.3-1. maddesinde “sigorta tazminatının hesabında, tam veya kısmi hasar olmasına bakılmaksızın, rizikonun gerçekleştiği yer ve tarihte, benzer yapı özellikleri göz önünde bulundurularak, binanın piyasa rayiçlerine göre hesaplanan yeniden yapım maliyeti esas alınır” düzenlemesi yapılarak, DASK‘ın tazminle yükümlü olduğu gerçek zarar miktarının hesap usulü belirlenmiştir.
DASK poliçesindeki teminat miktarının DASK‘ın sorumluluğunun üst sınırını teşkil ettiği ve DASK‘ın ancak gerçek zarardan (limiti aşmamak kaydıyla) sorumlu tutulabileceği dikkate alınmak suretiyle, ZDS Genel Şartları’nın B.3-1 maddesindeki ilkeler doğrultusunda, zararın meydana geldiği tarihteki serbest piyasa rayiç birim fiyatlarına göre hasar bedelinin (davacıya ait konutun yeniden yapım maliyetinin) belirlenmesi gerekmektedir.
ZAMANAŞIMI:
Zorunlu deprem sigortası genel şartlarının C-7. maddesi uyarınca sigorta sözleşmesinden doğan bütün talepler, sözleşmenin sona ermesinden itibaren iki yılda zaman aşımına uğrar. TTK’nın 1420. maddesinde ise sigorta sözleşmesinden doğan bütün istemlerin, alacağın muaccel olduğu tarihten başlayarak iki yıl ve 1482. madde hükmü saklı kalmak üzere, sigorta tazminatına ve sigorta bedeline ilişkin istemlerin her hâlde rizikonun gerçekleştiği tarihten itibaren altı yıl geçmekle zamanaşımına uğrayacağı belirtilmiştir. Genel şartların B.1. maddesinin 1.1 bendi uyarınca sigortalı rizikonun gerçekleştiğini, bu durumu öğrendiği tarihten itibaren en geç on beş iş günü içinde DASK’a veya Kurum nam ve hesabına sözleşmeyi yapan sigorta şirketine bildirmelidir. Genel şartların B.4. maddesinin 4.1. bendinde ise tazminat miktarının yasa ve bu poliçe hükümlerine göre tespit edilmesinden sonra DASK‘ın, sigorta bedelini aşmamak kaydıyla kesinleşmiş olan tazminat miktarını en geç takip eden bir ay içerisinde hak sahibine ödemek zorunda olduğu belirtilmiştir.